Biz Müslümanlar genel olarak duygusal insanlarız. Keza içerisinde bulunduğumuz yapı bizleri duygusal olmaya itiyor. Hâl böyle olunca bu duygusallık eylemlerimize de yansıyor. İşte kurbanda tam olarak bir eylemselliktir Müslümanlar için. Kıymeti kendi katında değerli olanları Allah için kurban etmek de bununla ilgilidir. Kurbanın emir olmasının yanında, bir hayvanı boğazlarken dağlanmayan kalbin sebebi de o hayvanı muhakkak Rabb’e kurban etmenin kalpte bıraktığı tatlı teslimiyet hissidir.
Bundan mütevellit bizler de 2024 yılı kurban çalışmalarımız kapsamında; ümmetimizin mahzun diyarı Filistin’e ve ümmetin yoksul diyarları Somali ve Togo’ya doğru, Türkiye’deki Müslümanların selamlarını ve emanetlerini iletmek üzere yola çıktık. Bendeniz Afrika’nın gelişmekte olan ülkelerinden olan Somali’ye yolcu iken yanımda ise birbirinden kıymetli iki kıymetli ağabeyimse yol arkadaşlarımdı. Allah’ın emrini boyun eğmek ve Müslüman kardeşlerimizle aramızdaki sınırları aşıp kurbanlarımızı paylaşmak için yola çıktık. İşbu yazı mukaddes yolculuğumuzun bendeki tesirlerini ve Somali üzerindeki düşüncelerimi içermektedir.
14 Haziran’ı 15 Haziran’a bağlayan gece İstanbul’un özünü hâlâ sokaklarında saklamaya çalışan Fatih’te yol arkadaşlarım ile buluşup, Somali ile aramızda köprü görevi üstlenecek olan İstanbul Havalimanı’na doğru yola koyulduk. Daha önce yurtdışına çıkmamış, Allah için kıtalar aşmamış olan benim için bu yolculuğun heyecanı, Somali’ye gideceğimin haberini aldığım andan itibaren bünyemi sararken, aynı şekilde havalimanında da devam etti. Uçağımızın kalkacağı saate kadar havalimanının içerisindeki koşuşturmaya ister istemez bizler de dahil olduk. Gerekli denetimlerden eksiksiz şekilde geçtikten sonra yolculuğumuzun ilk kısmı başlamış ve 7 saatin sonunda Afrika’nın en özel ülkelerinden birisi olan Etiyopya’ya, Somali’ye aktarma yapma amacıyla inmiş bulunduk. Yaklaşık 40 dakikanın akabinde de; Somali’ye, bizi bekleyenlere, Müslüman kardeşlerimize doğru havalandık. 2 saati hava geçirdikten sonra, Aden Abdulle Havalimanı’na inmiş ve Somali’ye ulaşmıştık. Her şey uçaktan inip sıcak yaz rüzgarının yüzümüze vurmasından sonra başlıyor, gözler üzerimize çevriliyor ve Somali serüvenimiz tam anlamıyla başlıyordu.
Havalimanının hemen girişinde, bizi karşılamak üzere bekleyen Tevfik amcaya memleketten uzaktaki ilk selamımı verdim. Düşününce, yer yüzünün mescid olduğu dünyada müminler de muhakkak bu mescidin birer kolonlarıdır. Tam olarak da öyle hissetmiştim havalimanındaki herkese selam verip verdiğim selama İslam’ca karşılık alınca. Ümmet olmanın hissi, vücudumun her bir zerresini kaplamıştı. Havalimanından çıkış işlemlerimizi gerçekliştirip, bizi Somali’de 5 gün boyunca misafir edecek otelimize doğru yola çıkmış, sadece Uzak Doğu’da yaygın olduğunu düşündüğüm üç tekerli ve üstü kapalı motorların, yani tuktukların, alabildiğince her yerde olduğunu görmem, bu diyardaki ilk şaşkınlığım olmuştu. Şoförümüz Saddam’ın bizi otelimize götürmek için girdiği üç yoldan ikisini, Afrika’nın bazı bölgelerinde görev alan ve bu bölgede oldukça etkili olan Afrika Birliği askerli kapatmış ve girmemize izin vermemişlerdi. Keza Somali, iç siyasetinde oldukça karışık bir ülkeydi. Merkezi otoritenin pek de kuvvetli olmadığı Somali’de devletin güvenli olarak belirttiği tek bölge başkent Mogadişu’nun merkezi ve Green Zone olarak adlandırılan ve Afrika Birliği tarafından korunan havalimanın bulunduğu alan ve çevresiydi. Hâl böyle olunca, neden bizimle geliyolar dediğim iki silahlı korumaya karşı şaşkınlığım otele yaklaştıkça azalıyordu. Geçtiğimiz her bir güvenlik noktasında durduruluyor, Başkent Mogadişu’ya verilen önemi şehre girişlerde yapılan güvenlik çalışmalarından anlıyordum. Sağ salim otele varmıştık. Anahtarlarımızı alıp odalarımıza yerleştiğimizde, belki de Somali’de kaldığım süre boyunca her seferinde hayranlık ve şaşkınlıkla dinlediğim o sesi, tam da odanın kapısını açmak üzere anahtarı çeviriken işittim. Bütün sokaklardan, Kur’an sesleri yükseliyordu. Somali’de hoparlörlerin görevi, sokakları İslam’la buluşturmaktı. Bu durum Namazla bitmiyor, bünyemizi huzurla dolduran toplu salavatlarla sona eriyordu. Otel odama bile bakmadan namazın bitişine kadar pencerede kalmıştım ki tam da o esnada aklıma sivrisinek tehlikesi gelmiş ve camı aniden kapatınca odamla tanışmıştım. Kalacağım oda, ilk başlarda bana Somali şartlarının çok üstünde gelmişse de aslında Somali’nin gelişmeye meyilli bir ülke olduğunu ve bundan dolayı da ülkesine gelen misafirlere ellerinden geldiğince en iyi şekilde hizmet etmek istediklerinin çıkarımına varmıştım. Kısa bir dinlenmenin arından, otelin lobisine tekrardan inmiş ve bir yandan yapacağımız kurban çalışmasının son detaylarını konuşuyor bir yandan da kaldığımız otelin lokantasından karnımızı doyurmak için yiyecek bir şeyler sipariş vermiştik . Tam da o esnada, Somali maceramız boyunca bize yoldaşlık eden tercümanımız Ebşir abi yanımıza gelmişti. İlk başta bana soğuk bir karaktere sahip birisi gibi gelse de kendisiyle zaman geçirdikçe bu fikrim tamamen değişmiş ve Ebşir abiyi çok sevmiştim. Son detayları da halledince odalarımıza çekilmiş, mübarek günlerin başlamasını beklemeye koyulmuştuk.
Alarmımın yüksek sesiyle uyanırken bayram sabahında düşündüğüm ilk şey, hayatımda ilk defa farklı bir coğrafyada bayram namazını kılacağım oldu. İçimi kaplayan heyecanla birlikte hazırlanırken, bir yandan da artık Somali’de rutinim haline gelecek olan sineklerden koruyucu ilacımı kullandım. Her şey hazırdı, bağışçılarımıza emanetlerinin kesim anlarını izlettirmek için kullanacağım ekipmanlarımı da sırtlanıp kurban kesim alanına doğru yola koyulduk.Yol boyunca tanık olduğum başkent Mogadişu’nun neredeyse her yanında bulunan asker üniformalı ve silahlı görevliler ülkenin adeta özeti niteliğindeydi. Keza, askerlerin her biri farklı üniformalar giyiyor, farklı teçhizatlar kullanıyorlardı. Ülkenin en önemli iş alanlarından birisi güvenlik sektörüydü ve bu da aslında Somali’nin güvenlik açısından zayıf bir ülke olduğunun göstergelerinden bir tanesiydi. Kurban kesim alanına doğru yaklaştıkça, aracımızın penceresinden Mogadişu’yu izliyor ve kendimce çıkarımlarda bulunuyordum. Derken, kurban kesim alanına ulaşmıştık.
Bahsettiğim bu alan, zihnimdeki Afrika tahayyülünün adeta bir yansımasıydı. Bütün gözlerin üzerimde olduğunu hissediyordum. Bu gözlerin sahipleri, kurban kesimlerinde çalışmak için bıçaklarını bellerine takıp sıraya girmiş yüzlerce erkek ve kesim esnasında daha az kirlenmek için buldukları poşetleri birer tişört ve etek hâline getirip giymiş yerel kadınlardı. Hepsindeki ortak özellikler ise, Afrika’daki neredeyse herkesin giydiği çeşitli futbol takımlarının formaları idi. Bana göre bu durum, Afrika üzerindeki en önemli dosyalardan bir tanesidir.
Bayramın en büyük sorumluluklarından birisinin vakti gelmişti. Bayram namazını kılmaya gittiğimiz camiinin yerlerinde halılar yoktu ve bunun daha sonra Somali’deki çoğu camii ve mescitte de yaygın olarak görülen bir durum olduğunu anlamıştım. Somalili kardeşlerimizle serinlik içerisinde kıldığımız namazımız imamın selamından hemen sonra bitti ve bizlerde kurban kesimleri için ayrılan alana doğru yürüdük. Bize ayrılan alan içerisinde gerçekleştirdiğimiz 100 kurban kesimi bitene kadar edindiğim tecrübeler belki de hayatımın en anlamlı tecrübeleri olmuştu. 1. gün kesimlerimizin sonuna geldiğimizde bize gün boyu yardımcı olan 17 kardeşimize de ikramlarda bulunup, sonraki günlerde de gitmeyi iple çekeceğim çocuklara doğru, Somali’nin büyük bir çoğunluğunu oluşturan ve insanların kuraklık ve yoksulluk nedeniyle yerleştiği ve gündüzün bütün yorgunluğunu üzerimizden atacak kamplara doğru yola çıktık. Gittiğimiz kampa varana kadar fazlaca vakit harcamıştık ve belirlenen dönüş saatimize çok az kalmıştı. Bundan dolayı, içimde ukde olarak kalacağını düşündüğüm kamp alanına ulaşmış ve bizleri genişçe bir ağacın gölgesi altında bekleyen kampın kadınlarının ümitvar bakışları ile karşılaşmıştık. Hepsi nizami şekilde çöl kumlarına oturmuş ve kendi aralarında sessizce konuşarak bizlere bakıyorlardı. Hemen önümüzde bulunan, kampa bizden önce gelen ve içerisinde paketlediğimiz kurban etlerimizin bulunduğu kamyonetimizin kasasından etlerimizi alıp bizleri bekleyenlere etlerini, üzerimizde vekaletleri bulunan bağışçılarımız ve bütün ümmet adına teslim ettik. Vaktimiz iyice daraldığı için kamptan ayrılmak zorundaydık. Aracımıza bindik ve tekrardan dönmek üzere otelimize doğru yola çıktık.
Dönüş yolunda belki biraz uyurum diye kendimce hesap yaparken Mogadişu’ya girişin zorluğunu çok geçmeden öğrenince bu planımdan vazgeçtim. Şehrin önemle korunduğunu biliyordum lakin başkente girene kadar askerlerin askerleri aradığı güvenlik noktalarının sonunun gelmeyişini kendi gözlerimle görünce, Mogadişu’nun Somali için ne kadar önemli olduğuna birebir tanıklık etmiştim. Keza Somali’nin ticari, askeri ve sosyal hayatının tamamı burada Mogadişu’da dönüyordu. Tam da bu sebeplerden dolayı, ülkede Türk askerinin eğitmediği tek birlik olan ve Somali’nin istihbarat birimi olan Nisa kuvvetlerinin neden insanlara ve diğer askerlere bu kadar sert yaklaştığını anladım. Her gün yaşanacak bu senaryonun ilk gününün sonunda tekrardan otelimize gelmiştik. Ekip arkadaşlarım ile belirlediğimiz saatte tekrardan buluşmaya karar verip odalarımıza dağılmıştık. Saatlerdir benden haber alamayan ve bayramlarını hâlâ kutlayamadığım ailemi aramak odama girdikten sonra ilk işim olmuştu. Aileme uzun uzun; buradaki hayatı, çocukları, yaşam koşullarını ve hissettiklerimi anlattım. Vedalaşırken ertesi gün çocuklara iletmek üzere selamlarını da alıp otelimizin wifisi ile internete bağlanabildiğim telefonumu kapattım. İlk günün akabinde çektiğim kurban kesim videolarını hisse sahiplerine ulaştırmak üzere tasnifledim ve Somali maceramın 1. gününü kendim için kapatmış oldum.
İkinci günün sabahına içerken pek de keyif almadığım, lakin keyif alabilecek bir durumda da olmadığımı bilerek içtiğim poşet çayla başladım. Bizim için bilirsiniz ki çay çok önemlidir. Somali de ise elbette haklı olarak insanların tercihi kahveden yanaydı. Bundan dolayıdır ki bize de kahve ikram ettiler. Hayatımdaki en güzel kahveyi Somali’de tam da o an içmiştim. Belki de bu durum benimle ilgilidir çünkü çay içmekten kahve içmeye çoğu zaman vakit bulamıyordum. Derken artık hareket etme zamanımız gelmişti. Yolumuz tekrardan dün gittiğimiz kampa düzülecek ve çocuklarla tekrardan buluşacaktık.
Kamplar, herkesten çok çocukların yuvalarıydı. Orada doğuyor, orada büyüyor ve belki de orada vefat ediyorlardı. Çocuklarla geçirdiğim anları anlatmak için kelimeler kesinlikle yeterli değil. Ümmet olmanın hissini, gururunu iliklerime kadar hissettiğim bu anlarda, çocuklarla bol bol oyunlar oynadık. Her dakikasında bizleri bir araya getiren Allah’a hamd ettiğimiz bu anlar, ömrüm boyunca asla hatıralarımdan silinemeyecek. Çocukların varlığı bizler için her zaman umut olacak. Özellikle de Kur’an ile büyüyen çocukların, ki bu çocuklar da Kur’an ile büyüyorlardı, başını getirdiğimiz her ayetin sonunu getiriyor, bizler için tilavette bulunuyorlardı. Onlara bunları öğreten ise, kampın en büyük yükünü sırtlanmış olan kamp imamı idi. Temiz yüzü hâlâ aklımda olan imamımız, Somali’yi vuran selden sonra 2 ay boyunca yollarda kalmış ve sonunda bulunduğumuz kampa, anlamı ‘‘Allah’tan Beklenen’’ olan Alasugi kampına ulaşmıştı. Burada bulunan küçücük bir kapalı alanda 500’e yakın çocuğa Kur’anı ve İslam’ı anlatıyor, Allah’ın izniyle cennetini hazırlıyordu. Çocuklara geçirdiğimiz kıymetli anlardan sonra kampın imamı ile kamp ve çocuklar için neler yapabileceğimizi, hangi konularda kendilerine desteklerde bulunabileceğimizi sorduk. Kendisi, kampın aynı zamanda camii olarak kullanılan medresesinin bakıma ihtiyacı olduğunu nazikçe belirtti. Bizlerde bu konuda kendilerine destek olacağımızın sözünü verip hem imamla hem Alasugi ile hem de çocuklarla vedalaşıp tekrardan otelimize doğru yola çıktık. Otele döndükten sonra mihmandarımız bize şehir merkezinde gezebileceğimizi, buna imkanımızın olduğunu belirtti. Bizde bu kısıtlı vakti, 16. yüzyılda Portekiz tehdidi altındaki Mogadişu'ya yardım etmek üzere bölgeye sefer yapan Osmanlı donanması komutanlarından Abdülaziz Paşa tarafından yaptırılan camiiyi ve daha sonrasında Hint Okyanusu’nu gözetlemek için kullanılacak olan deniz fenerini ziyaret etmek için kullanmaya karar verdik. Abd-i Aziz olarak adlandırılan ve içerisinde bu iki eseri barındıran bu bölgeye ulaştığımızda buralara yüzyıllar önce de geldiğimizi ve şimdi tekrardan benim gelmiş olmamın mutluluğu ile tekrardan ertesi güne hazırlık yapmak için otelimize döndük. Gecesinde ertesi günümüzü planladığımız 2. günün sonuna gelmiştik.
3. gün en güzel ve en zor günlerden bir tanesiydi. Keza ilk zorluğu sabah uyanırken yaşamıştım. Alelacele hazırlanıp otelin giriş katına doğru indim. Ekip arkadaşlarımın yanına vardım ve hızlıca atıştırıp tekrardan kesimhaneye doğru yola koyulduk. Artık yollarına yabancı gelmediğim kesimhaneye ulaştık. Kurban organizasyonumuzun üçüncü gününde artık yavaş yavaş bize emanet edilen hayvanlarımızın kesimlerini tamamlıyorduk. Sonuncu kurbanımızı da Allah’a armağan edince, namazımızı kılmak üzere kesimhanenin mescidine doğru yola koyulduk. Namazlarımızı da kılınca artık bizim için yapılması gereken tek şey kalmıştı, vekaletini aldığımız emanetleri gerçek sahiplerine ulaştırmak. Öyle de yaptık; Dibane kampı, yani ismi Allah’a kurban edilen anlamına gelen kampa doğru yol aldık. Kampın isminin anlamını duyunca bu güzel tevafuğun yüzümü güldürmesi, bizleri bekleyen çocukları görünce katlanarak çoğaldı. Kadınlar, yaşlılar, gençler ve çocuklar bizleri bekliyorlardı. Büyüklerimin sürekli bahsettiği ‘‘beklenen olmak’’ kavramını ilk defa o an hissetmiştim. Müslüman; beklenen olmalı, dünyadaki bütün zulme, haksızlığa maruz kalmış insanlara ulaşmalı ve onları elinden geldiğince sarıp sarmalamalı. Ta ki zulümlerin biteceği, yeni bir dünyanın kurulacağı kardan aydınlık günlere kadar. Bu düşüncelerin hepsi zihnimde dolaşırken bir yandan da çocuklara şeker dağıtıyordum. Bu güzel anları, bir daha unutmamak üzere beynime kodlamıştım.
4. gün bizim için Somali’de geçireceğimiz son gündü çünkü ertesi sabah uçağımız vardı ve ülkemize dönecektik. Bütün vazifelerimizi yerine getirmiş, Türkiye’den binlerce selamı Somalili kardeşlerimize ulaştırmış ve sınırları aşarak kurbanımızı paylaşmış olarak dördüncü günü Somali’nin kendisine ayırmıştık. Biz de kısa bir rota çıkarıp, Somali’yi daha iyi tanımak için yola koyulmuştuk. İlk durağımız kara şahinin düştüğü yere gitmekti, lakin bir türlü bu tarihi anın yaşandığı alana doğru gidemedik. Keza oraya çıkan bütün yollar kapanmıştı. İkinci durağımız ise İtalyanların Somali’de barınamamasına rağmen inşa ettirip daha sonrasında bırakıp gittikleri İtalyan Katedrali idi. Lakin ona da güvenlik tedbirleri nedeniyle uzaklardan bakmak durumunda kaldık. Benim için bu yapılardan ziyade dikkat çeken, yol boyu gözlemlediğim evlerdi. Birçok ev neredeyse tarihi eser sayılabilecek evlerdi ve hepsi harabeye dönmüştü. Ayakta kalan evlerin duvarları ise kurşun izleri ile doluydu. Bu evlerin arasından geçerek günün en özel durağına ulaştık. Türk Büyükelçiliği’ne nezaket ziyaretinde bulunmak üzere, Somali’de bulunan en büyük elçiliğe ulaşmıştık. Aynı zamanda Türkiye’nin de en büyük elçiliği, Mogadişu Büyükelçiliği idi. Baktığım zaman elçiliğimiz okyanusun kıyısına inşa edilmiş büyük bir alanın içerisinde idi. Birden fazla binanın bulunduğu bu kompleksin içinde kendimi mutlu hissetmiştim. Güzelce bir çay içip keyiflice sohbet ettikten sonra, merakla beklediğim son noktaya doğru elçilik çalışanlarımıza selam verip kolaylıklar diledikten sonra yola koyulduk. Kısaca bi’ mesafeden sonra, bütün güzelliği ile bizi Hint Okyanusu bekliyordu. Okyanusun arkasını çeviren işletmenin duvarlarını aşıp okyanusu ilk gördüğümde düşündüğüm ilk şey, okyanusun kesinlikle denizden çok farklı olduğuydu. Keza suyun rengi, kokusu çok farklıydı. Yavaş yavaş suya doğru ilerlerken kulağıma gelen müzik sesleri, ailelerin neşeli konuşmaları etrafında okyanusu iyice seyrettikten sonra birkaç dakika da olsa biz de okyanusun ılık suyundan nasiplendik. Böylelikle eksik de olsa rotamızı tamamlamıştık. Artık son hazırlıklarımızı da tamamlayıp dönüş yolculuğumuz için otele doğru son kez yol aldık.
Somali maceramız, kaldığımız oteldeki son işlemlerimizi hallettikten sonra sona erecekti. Havalimanına doğru geldiğimizde yaşadığım 5 günün zihnimde bıraktığı izleri düşünerek uçuş saatini bekledim. Bu güzel tecrübeyi 19 yaşımda edindiğim için Allah’a hamd ettim. Somali’nin aslında ne kadar değerli ve önemli bir ülke olduğunu, Somali halkının ne kadar misafirperver oldukları üzerine uzun uzun düşündüm. Ümmet coğrafyasındaki ilk durağım olan Somali, ben de çok güzel hatıralar biriktirmişti. Buradaki çocuklar ile bir gün tekrardan buluşma ümidiyle uçağa bindim. Yol boyu sadece Somali değil, bütün ümmet coğrafyası için kendi nazarımda çözümlemelerde bulundum, planlar yaptım. İşin sonunda fark ettiğim tek şey sadece Somali’nin değil, bütün ümmetin çocukları ile el ele verip bizim için mescid kılınan bütün dünyaya iyiliği yani Allah’ın emrini ulaştırmam gerektiği oldu…
Muhammed Yasin Gidici - Somali, 2024